Bir devlet başkanı düşünün. Ülkesini dünyaya rezil etmiş. Bölmüş parçalamış. Vatandaşını terörist ilân etmiş. Her birini bir başka ülkeye kaçıp sığınmaya mahkûm etmiş. Komşu ülkelerin ve dünyanın eline bakar duruma getirmiş. Bunu bir devlet adamı ülkesine nasıl yapar. Halkını nasıl bu kadar böler, dağıtır ve kendine düşman ilan edip tepelerine bomba yağdırır. Anlamak mümkün değil. Düşünebiliyor musunuz? Karanlık emelleri için ülkenizin bir bölümünde Amerika cirit atıyor, bir tarafında Rusya ve birbiri ile çatışan onlarca güç. Üstelik başımızın belası terör örgütlerine cennet olmuş bir ülke. Bir insan vatanına, vatandaşına bu kadar kötülüğü her halde planlayıp yapmak istese zorlanır, yapamaz. Üstelik kendi sınır güvenliğimiz, bölge insanının güvenliği ve teröristlere fırsat vermemek için onlarca yiğidimizi şehit vermek zorunda kaldık. Onun için yazımın başlığı böyle oluştu. ‘’Nasıl Başardın Esed’’. Suriye ve mülteci deyince artık dünyanın tüyleri diken diken oluyor. Oluyor da, Türkiye ne yapsın. Avrupa ve birçok ülke Suriye’li mültecileri sınırına bile yaklaştırmazken, beş milyonuna birden bakıyor Türkiye. Yedir, içir, giydir, binlerce kamu çalışanını kamplarda bu insanların hizmetine tahsis et. Zor iş vesselam. Bu işin ceremesini maalesef ülkemizle birlikte Mersin'imiz de çekiyor. Kentimizde beş yüz bin civarında Suriye’li yaşadığı tahmin ediliyor. Sahil kesimini şöyle bir dolaşıp gözleyin. Gezen, piknik yapan, sahilin ve denizin tadını çıkaran insanların ne kadarı Suriyeli ne kadarı kendi vatandaşımız gözlerinizle görün. Siz hiç sahilde, çimlerin üzerinde denize karşı nargile keyfi yaptınız mı? Adamlar pişkin, çok rahat. Ayrıca çatır çatır iş yapıyorlar. Suriye'den kaçak yollarla gelen ucuz, kaynağı belirsiz birçok malın ticaretini yapıp para kazanıyorlar. Bazılarımız Suriye ekmeğinin tiryakisi olduk bile. Artık hepsinin işi uğraşı var. Üstelik hiçbir sorumlulukları da yok. Ne vergi ne sigorta. Ve iddia ediyorum hayatın tadını kendi vatandaşımızdan daha iyi çıkarıp lay lay lom yaşayıp gidiyorlar. Adamlar haklı, ben de olsam bu hayatı bırakıp Suriye gibi barışa hasret bir ülkeye gitmem. Kamplar zaten ekmek elden su gölden misali bir yaşantı sunuyor. Çalışmadan, yiyip içip yaşayıp gidiyorlar. Son altı ayda da kaynaklara göre 225 bin kadar doğum gerçekleşmiş. Basit bir hesapla yılda 450 bin, on yılda dört buçuk milyon nüfus artışı. Yani sözün özü çığ gibi büyüyen ciddi bir sorunla karşı karşıyayız anlayacağınız. Biz bu insanlara ne kadar para harcadık diye hesap yapıp duralım, hayat böyle devam edip gidiyor. Dolayısı ile olanda, dönüp dolaşıp yine bizim vatandaşımıza oluyor. Daha az iş, daha az aş. Misafirlikleri çok, ama çok uzayan bu insanların varlığı birçoğumuzu rahatsız etse de, durumlarına üzülmemek mümkün değil. Kendiler bu işin ezikliğini duyuyorlar mı bilmem ama, Allah kimseyi vatansız bırakmasın.